30 Kasım 2016

toplantıyı floransa'da yaparsan...


Benim çalıştığım yerin şöyle 'garip' bi işi vardı: Türkiye'nin her yerinden çalışanlar resmi bir emir yazısı ile toplanır, dikkatlerini konuya iyice versinler diye havaalanı yolunda Ankara'ya 40 km uzakta bir otele tıkıştırılır, toplantı sonrasında da hemen şehirlerine gerisingeri postalanırlardı; çünkü amaç 'iş'ti, gezmek tozmak değil. Ama ülke sınırları dışında durum tam tersi. Toplantı yeri olabildiğince turistik çekiciliği olan bir yer olmalı ki katılımcılar konuşulanlardan sıkılınca rahat rahat nefes alabilsinler, dahası katılım için ayrıca bir motivasyon olsun. Ben tabi ki ikinci yaklaşımdan yanayım :)


Floransa'da toplantı yapmak da çok riskli aslında. Kişinin aklının toplantı dışında olması gayet ihtimal dahilinde. Neyse ki (şımarıklığa bak) benim gibi daha önce Floransa'ya gelmişler için bu ihtimal daha düşük. Bence üçüncü gelişimde çok daha motive olurum toplantıya. Hatta dördüncüsünde toplantıyı üzerime bile yapabilirler, o kadar sahiplenirim...  




Toplantının sahibi Toskana Bölgesel Yönetimiydi ve  mekan olarak da Floransa kırsalındaki Villa la Quiete seçilmişti. İnsanın elinde böyle olanaklar olunca bu kadar şımarabiliyormuş demek ki.



Oturumların gerçekleştiği salon. İşin aslı şu ki bizde villa, saray, köşk vs. denildiğinde kafamızda canlanan ile burada villa, saray vs. denilen şey arasında bir hayli fark var. Dışarıdan ahım şahım görünmeyen bir sürü bina aslında saray ve içinde ne cevherler saklıyormuş. Bir de bu toplantının 'resmiyet' seviyesinin benim alışkın olduklarımdan yüksek olmasını hesaba koyun, sonra da nasıl ağırlandığımızı bir düşünün.   


Villa la Quiete 16. yy'dan kalma bir malikaneymiş. Daha öncesi de varmış ama ismi farklıymış. Ünlü Medici ailesinin eline geçince bu ismi almış. Medicilerin soyu tükenince de Floransalılara kalmış.


İsmi de San Giovannili Giovanni'nin şu yukarıda görünen "rüzgarları bastıran sessizlik" (la quiete che domina i venti) isimli resminden gelmiş. Bizi gezdiren rehberimiz daha bir sürü şey anlatmıştı da bende bir şey kalmamış pek. İş yorgunluğu demek... 



Villanın kilisesi. Demek para b.k olunca...




Risotto ve ıspanaklı bir şey... Adlarını öğrenme şansım hiç olmadı. Yanında da pek tabi şarap! Sağlık algısı çok değişken kültürler arasında. Yemeğin yanında alkol ikramı çok sağlıksız görünmüyor Avrupalıların etkinliklerinde. Güzel! Yeşi.lay'ın da dahil olduğu bir proje toplantısı için Hollanda'ya gitmiştik. Adamlar bir Amsterdam sunumu yaptı, en güzel birayı biz yaparız, en kaliteli kafa yapan ot bizim otçularda minvalli sunumlar, Yeşilaycılar ne yapacaklarını şaşırdı. Güzel intikamdı;  zira onlar da İstanbul'daki sunumlarına "ülkemiz cennet gibiydi Osmanlıdayken, İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin İstanbul'u işgaliyle alkol girdi ülkemize, kötülükler o zaman başladı" anlamına gelen bir sunum yapmışlardı. Şarap, bira bu topraklarda doğmuş, rakı milli içki olmuş, kimin umurunda? Ha alkol sağlıklı mı değil mi? Peki ya pirinç? Patates? Kola veya soda? Veya sigara?


E bir de Toscana'dayız be. Olsun o kadar. Adana'da toplantı yapsak biz de şalgam ikram ederdik, di mi ya? Keza koskoca enternasyonel sağlık örgütlerinden gelenlerden gördüğüm kadarıyla şarap sağlıklı galiba; kimse itiraz etmedi yemek sunumlarına...


Yoksa neden her seferinde değişik değişik şaraplar sunsunlar ki biz gariban katılımcılara?



Oturumlar arasında şu bahçede olmak keyifliydi bak. Hakkını vermek gerek..


Dediğim gibi toplantı mekanı Floransa dışında bir yerdi. Artık İtalyanların o efsanevi genişliğinden midir yoksa organizasyonun rezilliğinden mi bilmiyorum, ayarlanan otel de bambaşka bir yerdeydi. Bir avuç Floransa'da toplantı mekanı ile otel arasında her gün sabah akşam 1 saat yol gittik geldik..


Fiesole. Otelimizin bulunduğu kasaba. Floransa'ya yukarıdan bakan tepelerin üstüne kurulmuş bir kasaba. Yoksa köy mü?


Floransalı aristokratların yazın kaçtıkları yermiş. Yaylaya çıkmak gibi olsa gerek, zira biz oradayken baya serindi.



 Floransa...


Duomo'su..



Fiesole'nin sunduğu görüntü kıskandırıcı. Hiç mal mülk sevdam yoktur ama yukarıdan görünen şu 'Villa'lara bi iç geçirmemek de elde değil. Olsaydık 5-6 aile, koştursaydı çocuklar bahçelerde, tavuk besleseydik mesela, mandalina toplasaydık, zeytin ezseydik, fermente içeceklerle uğraşsaydık.. (İstanbul'dan hatta artık ülkeden kaçış hayalleri...)


Fiesole'yi hiç gündüz gözüyle göremedik. Ya çok geç geldik, ya da erkenden ayrıldık. En son gün 'ben burayı görmeden gitmeyeceğim' dedim, oteldeki kahvaltıyı sattım da kendimce yürüyüşe çıktım. Güneş daha yeni doğuyordu, serinlik hoştu ama karnım boştu.


Ha bir de sis tabi. Otelin bahçesi normalde Floransa manzaralıymış, orada o Rönesans kentinin keyfini çıkartırken şarap içilebilirmiş, bla bla bla.. Otelin tanıtım broşüründeki hiç bir atraksiyonu yaşayamadık maalesef. Otel deli pahalı bir yer, eski bi bina ama muslukları daha eski! sesten şikayetçi oldum, resepsiyon 'başka boş odamız yok ve de o musluklar bilmem kaçıncı yüzyıldan kaldığı için müdahale de edemeyiz' dedi. Peki. Benimki de soru. Rönesans şıpşıpıyla uykusuz kalmak, ardından oturumlara girmek, zorunlu sosyalleşmek hiç de sorun değil canım. Hep yaptığım şey.


Toplantı programında 'Special Social Event: Official Dinner by Palazzo Gondi' yazıyordu.İlk okuyunca bunun mühim bir şey olduğunu anlamamıştım; ta ki "...Dinner at Palazzo..." yerine "...Dinner by Palazzo..." yazıldığını görünceye kadar.   

palazzogondi

Bizi kocaman bir otobüsle otelden aldılar. Floransa'nın gerçekten daracık olan yollarından geçerek merkezine geldik. Floransa için gayet sıradan bir binanın içine soktular. İşte o zaman normal bir yerde değiliz dedim.

palazzogondi
1400'lerin sonunda yapılmış bir saraydayız. Şaşırtıcı olan yemeğin bu sarayda veriliyor olması değil, saray tarafından veriliyor olması. Yani saray hala Gondi ailesininmiş. Gondiler Floransa'nın en bilinen aristokratik aileleri -Mediciler, Asiniler, Strozziler, Ferrariler..- arasında sayılırlarmış ama soyları tükenmemiş. Sarayın sahibi Marki ve Markiz Gondi. Hala bu ünvanı taşıyorlar. Bu İtalya cumhuriyet değil miydi yahu?


Her tarafında paha biçilemez (internet bilgisi) tabloların olduğu bir salona aldılar bizi. İşte anca benim kadar boyu olan ama sakallı, takım elbisesi fiyakalı ve de müthiş özgüvenli biri geldi salona. Kendisi Marki'ymiş. Saray hakkında bilgi vermeden evvel ailesi hakkında bilgi verdi. Kim bunları aristokrat aile ilan etmiş, ne işle meşgullermiş, ailesel bağları neymiş, mülkleri hangi dağdan hangi ovaya uzanırmış... gibi. Arkadaş dedi ki "büyük amcam devrim olmasaydı Fransa tahtına oturacaktı, şimdiki kuzenim Madrid'deki sarayda, büyük halamın çocukları İsveç Kralının dünürü..". Hepimizle tek tek tanıştırıldı, ellerimiz sıkıldı.. Artık aristokrasiden el almış biri olarak kendimi tuttum. Diplomatik bir tavır geliştirdim, sınıf öfkemi dizginledim.   


Sonra yemek salonuna geçtik. Aman ne şatafat anlatamam.

newyorksocialdiary
İşte salon böyle bir şeydi. Çok dandik bir telefon kamerasıyla çekildikleri için fotoların çoğu çok kalitesiz. Kendini olduğun yere ait hissetmezsin ya, huzursuzsundur, gerilirsin durduk yere, hem de tavuğuna kışt diyen biri bile yokken. Sıra sıra dizdikleri o kaşık çatalları dıştan içe mi kullanmaya başlayacaktık, yoksa tersi mi?


Bu gerginliğimizi fark etmişler gibi garsonlar şarap ve meyve servisiyle başladılar ikrama. Adamların binlerce dönüm üzüm bağı varmış, Fransa'daki en büyük şarap üreticilerinin ortaklarındanmış, kendi bağlarından çıkan üzümleri kendi fabrikalarında işleyip kendi adlarına özel, satış dışı, sadece ikramlık üst kalite (hors catégorie - kategoriler ötesi) şaraplar imal ediyorlarmış. Kristal kadehlerde özel şarapların tadına baktık. Bu gözler -ah görmez olaydı- kırmızı şarapla beyaz şarabı birbirine karıştıran ve kendince ortaya çıkan pembe tonlarını eğlenceli bulup kıkırdayan tipleri gördü.. Beleş ya, bokunu çıkart hemen! Yemekler çeşitliydi, boldu ve de güzeldi. Hasılı kelam iyi ağırlandık. Ne de olsa ağır ziyaretçileriz.  

palazzogondi
 Saraydan görünen Duomo..

milaaufrieva
Gece bu terasta sunulanlarla sona erdi. Üstteki fotoda görünen genç kadın Markizimiz.



İtalyanlar cidden garip insanlar. İşlerini savsaklayabilirler, ağır kanlılıkları seni çileden çıkartabilir ama konuklarını pek önemserler. Floransa sokaklarına otobüs girer mi? Girermiş. Yürüyerek daha hızlı gideceğimiz saraya İtalyan Kızıl Haç'ının sağladığı otobüsle gideceğiz diye eziyet çektik. Ama yürütmediler, sağ olsunlar...



Toplantı bitti. Bologna'ya, oradan İstanbul'a ve oradan da Ankara'ya dönüş yolu...

20-22 ekim 2014




Son foto: Floransa'ya yapılan kutsal toplantı ziyaretimiz sonrasında havaalanında hac farizasından dönen hacı keşmekeşinin içine düşmüştük. 

Hiç yorum yok: