28 Ocak 2014

bangkok kanalları & wat arun


bir turist simsarının kurbanı olmak ancak bu kadar işe yarardı. bangkok gezi rehberlerinde ilk sıralarda mutlaka bir floating market olurdu. köylülerin nehir üzerindeki kanolardan sizlere çeşit çeşit ama çok leziz meyve ve sebzeyi çok ucuza sattıkları pazara floating market deniyor. işte şöyle bir şey:


elbette benim de bunu görmek gibi bir planım vardı. bu pazarların bangkok'taki nehir veya kanallar üzerinde kurulduğunu sanıyordum ama yanılmışım. bu pazarlar kırsal bölgelerde kurulurmuş asıl. kentin içindekiler bu kadar fotografik malzeme vermiyor. ilginç olan ise şehrin içinden kanallar vasıtasıyla o pazarlara ulaşılabilmesi. muson ikliminde olunca sudan bol bir şey yok elbet. bizim simsar da bizi kanal gezisine yönlendirince en azından bangkok'a özgü bir şeylerden mahrum kalmamış olduk. işte burada o kanal gezimizden baya bir şey var. tabi ki bir de wat arun. gezi rehberlerinde mutlaka gezilmesi gereken yerlerin 1 numarası. ben gezemedim maalesef. şimdi şu linke tıklayın bakayım:



bangkok da mantıklı her kent gibi bir nehir üzerine kurulmuş. ortasından geçen nehrin ismi chao phraya. tayland'ın ana nehri. sağdan laos, soldan burma'dan gelen iki kol birleşiyor, bangkok'tan geçip okyanus'a ulaşıyor. bangkok'ta kimisi doğal kimisi insan yapımı bir çok kanal buraya bağlanıyor. kanal turu da bu nehrin üzerinde başlıyor.. haritada mavi olarak görülen yollar su yolları. tahmin edileceği üzere toplu taşıma için de kullanılıyor.



kanallarda gezmek için ya bizim yaptığımız gibi "long-tailed boat" denen bu tekneleri kiralayabilirmişiz. ama verilen fiyatın 1/4 üne pazarlık edin, 1/3 olmadı yarısına anlaşın. biz kişibaşı 1000 baht verdik. sonra öğrendik ki 200 baht'tan fazla vermek enayiliğin dik alasıymış. ama bangkok'a gelip de bu kazığı yemeyen yokmuş. kulaklara küpe..


seçenek iki. grup boatları. yapılması gereken bu. 10 kişi olunca hareket ediyorlar ve kişibaşı 100 baht. mühim olan mesele bunların nereden kalktığını bulmak. çünkü kime sorsanız sizi mutlaka kazık yiyeceğiniz bir yere yönlendiriyor.

--bu arada bu konunun başlığını "göte girenler" yapacaktım aslında da neyse...


bu kanallar aslında şehrin kanalizasyon sistemi de..




kanalın ismi khlong mon. aklınıza düşer de google'da, flickr'da instagram'da, pinterest'te falan görsel aramak yapmak isterseniz diye yazıyorum.

kanala girer girmez afalladım. ne düşüneceğimi bilemedim. gördüğüm şeye ne anlama vereceğimi bilemedim. yoksulluk diyecekken villa tarzı evler başladı, onlar bitti bahçeler başladı derken birden etraf budist tapınaklar doldu. kanalı renginden dolayı pis saydığımız için onun üzerine oturtulmuş evleri de acınası gecekondular olarak görme eğilimi içine girdim ama bir yandan da diyorum ki bulunduğumuz ekolojideki bütün nehirler bu renktir. alüvyonlu içeriği yüzünden. organik içeriği yüksektir bu suların. peki o zaman bizim kültürel olarak pis diye tanımladığımız şeyin buradaki karşılığı ne?


mesela bu sularda yıkanan bir sürü insan gördüm. tencere tava yıkayan da. içinde envai çeşit canlı yaşadığına da şahidim. bu su temiz mi? kirli mi? pis mi? hijyenik mi? elimi attığım hiç bir kavram işe yaramadı.

hijyenik değil, benim için, çünkü bu ekosisteme alışkın olmayan bünyem için bu su hastalık sebebi olabilir. çok basit: neşe'yi bu suya sokmak istemem.

pis değil, thailar ve benim için, çünkü içerisinde canlılığa izin veren bir su bu. ama kokusuna tahammül edemeyen gezi arkadaşım için bu su pisti. yosunlu suya pis demek gibi işte.

kirli, benim için, thaiları bilmem, çünkü bulanık, berrak değil. içindekileri göremiyorum. aydınlanma zihniyle iğfal olmuş modern batı zihniyeti için kabul edilemez bu durum. biz 'batılılar' tüm pisliklerimizi şeffaflık maskesiyle yaparız..

temiz, thailar ve müslümanlar için, akan su temizdir. abdest alınabilir ki bu ağza 3 kez su alınıp çalkalanmasını, 3 kez burna su çekilmesini ve yüzün bu su ile yıkanmasını gerektiren bir eylem. içinde ne olursa olsun. bu kavramlar kültürel işte! kim ne derse desin. benim için temiz mi? hayır. ben içebileceğim ve yıkandıktan sonra vücudumda yaralar açmayacağından emin olabileceğim suya temiz derim (ilk kez burada denedim kendime bir 'temiz' tanımı yapmayı). mesela bu kavramları tek tek her türlü şeyin içinde yüzdüğü ganj'da yıkanarak ibadet eden hindulara sorsak ne derler acaba?


kanal çok uzun. ve şehrin değişik yerlerinden geçtikçe kanal kenarında görülen şeyler de değişiyor. yeri geliyor şehrin ana arterlerinin birinin üzerindeki köprünün altından geçiyorsunuz ve her yer graffiti, yeri geliyor bangkok aristokrasisinin ve burjuvasının malikanelerinin bahçeleri görüyorsunuz..


işte bu zengin evleri dolayısıyla bu suyun çok da 'kötü' olamayacağını varsayma eğilimindeyim.



farklı kanalların kavşağı olan bu bölgede de bir floating market kurulurmuş. ama denk gelmedik. zira bunlar saba açılırmış, öğlene varmadan da kapanırmış. aslında son gün bir tanesi görelim en azından diye köyün birine gitmeyi düşündük ama bu sabah olayını öğrenince olmadı. çünkü sabah 6'da kalkmak, hele ki bu nemli havada kafayı yastıktan kaldırmak, imkansıza yakın. tam turist olarak gelindiğinde mutlaka yapılması gerekiyor ama bu işin. hele fotoğraf çekmek gibi bir dert varsa.


kanallar sürekli yön değiştirdiği için fotoğraf için ışıklar da değişip durdu. napalım :)


ne mutluymuşum bu gezide..


eski biyolog hissiyatlarım depreşti. burası ekolojik olarak çok tahrik edici. ne ulen bu ağaçlar, bitkiler? hiç tanıdık değiller.


gariptir ama şu ev benim olsaydı acaba dediğim yine bir sürü ev buldum ben. manyak mıyım neyim? ankara'dan çıkayım da neresi olursa olsun hissiyatına girmişim ben feci halde.. gerçi tayland'da yaşamak bir opsiyon olarak düşünülebilirmiş aslında. hatta yapan da varmış. hatta tayland'a göçmek isteyen tc vatandaşlarına yönelik websitesi bile kurmuş uyanığın biri. olay basit:

üç kuruşluk emekli maaşınla türkiye'de sürüneceğine gel tayland'a, emekli ikramiyenle ve az birikmişinle orta halli bir ev al, maaşın da burada iyi geçinmeye gayet yeter. kazıkçı olsalar da thaiların barışçıl ve hoşgörülü oldukları söylenir. yaşar gidersin paşalar gibi.. neden olmasın?



ortalama bir thai evi. nereden anladık? tayland bayrağı, kraliyetin sarı bayrağı, saksılar, dışarı asılan giysiler, küçük bir buda sunağı ve kazıklara dolanan tropik bitkiler. bu bitkilerin ne olduğunu kimseler bilmiyormuş. kraliçenin bahçesini şenlendirsinler diye bir yerlerden saraya getirilmiş çiçekli bir bitkiymiş bu. sonra bir şekilde yerel ekosisteme girmiş. ve veba gibi sarmış bangkok ve nehrin aşağı kısmını. egzotik bir tür. hatta bu tür ekosistemi bu kadar baskılamadan önce bu suların rengi bu kadar da koyu değilmiş.


nehirdeki kazıklardan anlaşılan şu ki nehrin ve kanalların su seviyesi çok değişken. daha sonra duyduğuma göre sayısız sel olabiliyormuş bir sene içinde.


işte geleneksel thai evi. ahşap. yatay tahtalardan. bu kadar nemi içinde tahta malzeme doğru olan demek ki. karadenizi de bir düşündüm de.




solda görünen muz bahçeleri. benim için artık üzerine yoktur tayland muzunun :)








gördüğümüz sayısız budist tapınaktan biri daha işte. prag'daki kiliseler için demiştim ya belki de bunlar buraların sanayi camisi, merkez camisi vs. tarihsiz, yeni, sadece işlevsel. ama sana değişik geldiği için çekiyorsun. şimdi googlemaps de bakıyorum da ismi bile yok :)




ve bangkok'un halı satıcıları.. hissiyatı kötüymüş. şimdi anladım antalya'ya gelen turistlerin rehberler onları zorla komisyon aldıkları halıcılara soktuklarında hissettiklerini.. yeter ki düşsün eteğimden diye iki parça şala 10 euro vermek zorunda kalışlarını. bu satıcılar kayıklarla yanaşıp size mutlaka bir şey satmaya çalışıyorlar. ve her şey mutlaka handmade :) bu çocuktan yırttım.


o sırada defalarca gördüğüm ama bir türlü adam akıllı kareye alamadığım şeyi yeniden gördüm: su monitörü veya su varanı. Varanus salvator. insanın dibine girmiyorlar elbet. ama çokça varlar su birikintilerinde. ne bileyim bizdeki kedi, güvercin gibi bir şey herhalde çünkü thailar hiç umursamıyorlar görünce. iyi de bu sürüngen ortalama 1,5-2 metre! ben her gördüğümde irkildim. hoşuma da gitmedi değil hani :) hatta ciddi ciddi şu gruba mı katılsam diyorum: http://www.turkherptil.org/ 



ama bu satıcıdan kaçamadım. bana 2 aslan-ejder + 1 buda heykelini 1000 bahta satmaya kalktı. buda'yı istemem 2 aslan-ejdere 500 veririm dedim. şaşırdı. buda olmazsa bu diğer heykeller seni korumaz ki dedi. korunmak istemiyorum ben (bunlar korumaz ki beni diyemiyorsunuz o şartlarda). çok sert pazarlık yaptık 2 aslan-ejdere 600 baht verdim. ama cidden yeter ki gitsin diye. gezi arkadaşımla paylaştık heykelleri. keşke ikisini de alsaymışım. haaa sonra aynı handmade heykelleri şehirde gördüm, tanesine 300 baht istiyorlardı, bu da pazarlıkla 100 bahta alınabilir demek oluyor. ama güzeller :)


bizim akvaryumcuların bildiği pengasus. aslında Pangasianodon hypophthalmus. kedigillerden bir balık. kökeni de tam bu nehir. gani gani maşallah. defalarca kez şu üstteki görüntüye şahit olduk. bu da nehirdeki canlılığın kocaman bir ispatı olsun. yalnız anlamadığım bir şey var. özellikle tayland'ın kuzeyinde bu balık köylülerce avlanırmış ve yoğun olarak tüketilirmiş ama bangkok'ta bunu avlamıyorlarmış. bir çeşit tabu sanmıştım.


gezdiğimiz tekne bir tapınağa yanaştı. isterseniz çıkabilirsiniz diye. sonra anladık. şu iskeleye çıkıyorsunuz, budist rahipleri size ekmek vs. veriyor. ve dilekte bulunup balıklara atıyorsunuz. sonra da tapınağa makul bir bağış yapıyorsunuz. bu balıkları genelde tapınak iskelelerinin önünde görüşümüz bundanmış. bu yenmezmiş budistlerce. ee o zaman kuzey tayland'da neden yeniyor? ne bilem ben.. şu olabilir: budist tapınaklara kendini adamışlar (monklar, keşişler, turuncu ihramlılar) zaten et yemiyorlar. belki kendini dine adayanlar yemiyordur ama budist halk yiyordur.


en köhnesinde bile var olan uydu antenleri. her yer küresel her yer direniş



hah! işte bu da toplu taşıma teknesi. 10 bahta her yer..


kanallarda 2 saatten fazla dolandık ve tekrar nehre çıktık. dönüşte wat arun'a uğrayacağız..


işte wat arun bu. wat thai dilinde tapınak demek zaten. wat arun da şafak tapınağı demekmiş. ismini özellikle sabahın ilk saatlerinde nehre düşen aksinin güzelliğinden almış. bu tapınağın tam karşısında, nehrin öte yakasında kraliyet sarayı var


girmeyi çok istedim. bizi iskeleye bırakan kaptanımız da 1,5 saat sonra gelirim dedi, nehrin ortasına çıktı tekneyi. girip gezeceğim, giriş 200 baht. e ne var ki bunda? 'bence görecek bir şey yok, bakıp gidelim' denildi (!) ve girmedik.


tapınağın ismi hindu tanrıça aruna'dan gelirmiş aslında. yükselen güneşin tanrısıymış. bangkok'ta da güneş yükselirken bu tapınağın aksi suda ışıldarmış. nedeni üzerindeki sayısız renkli porselen ve deniz kabuğu. bangkok'tan yük almak için nehirden gelen boş gemiler kırık porselenleri ve deniz kabuklarını dengeleyici olarak kullanırlarmış (balast). bu tapınak yapılırken de o gemilerin boşalttıkları porselenler vs. kulanılmış. 1600'lü yıllarda burada bir tapınaktan bahsediliyormuş ama kaynaklarda yeri sanki sürekli değiştirilmiş gibi bahsediliyormuş. nehrin bir bu yakasında bir öbür yakasında. buna biraz da tapınakların sahip oldukları 'kutsal emanetler' yol açmış. içindekine göre isim veriliyormuş çoğu zaman bu tapınaklara. zümrüt buda tapınağı sürekli yer değiştiriyor mesela. hem de kamboçya'ya gidiyor! giden 1,5 metrelik bir heykel aslında. ama tapınak da gitmiş oluyor. mantıklı bir yerde..


ben buraya tırmanmak istiyordum. olmadı. empati kurun: ilk kez bir budist tapınak görüyorsunuz ve rehberler bunun en iyi örneklerden biri olduğunu söylüyor. heyecandan geberiyorsunuz. 20 metre ötenizde. ve giremiyorsunuz. dokunamıyorsunuz. çıldıracaktım neredeyse.




her şey değişik, her şey güzel. figürlere hiç bir anlam veremiyorum. meraktan ölüyorum. ama elde yok avuçta yok. bi bok okumadan dolanırsan böyle, söylenip durursun kendine.


dönüyoruz artık geriye..



normalde burayı gezen turistler karşıya geçip kraliyet saraylarını veya zümrüt budayı görmeye gidiyorlar. siz de öyle yapın.



'gittiğim her yerde cami fotoğrafı çekerim'


bir çin tapınağı. daha doğrusu çin dini tapınağı.

tayland'ın %96'i theravada budisti. sonraki en büyük dini grup müslümanlar. müslümanların 2/3'ü malay etnik kökenindenmiş aslında ama çoğu malaycayı unutmuş. sonra hinduistler, yahudiler, sihler vs. geliyor. sandığımın aksine çin dini burada yaygın değilmiş. bangkok'ta bolca gördüğüm peçelilerin hepsi de turist değilmiş.



her an yağacakmış gibi görünen yağmur şansımıza yağmadı.  ama hava o kadar nemli ki sürekli ılık duştan yeni çıkmış gibi ıslağız.


tuktukumuza geri döndük. tam bineceğim ne gördüm:


angara laneti peşimi bırakmadı bir türlü. bizim tuktukun tam benim oturduğum brandanın üstünde neden bu yazı olsun ya rab? artık nasıl bir günahsa cezasını yeterince çekmedim mi?


tuktuk sözleşildiği üzere bizi bir masaj salonuna götürdü. evet lükstü. bize ne olduğunu bilmediğim sıcak bir içecek ikram ettiler. sonra hizmet çizelgesini getirdiler. ilk sayfasında kocaman 'burada sadece masaj yapılmaktadır, seks hizmeti verilmemektedir' yazıyor. fiyatlara baktık. gezdiğimiz yerlerde gördüklerimin en az 5 katı fiyatlar. tamam kalkalım dedik. çıktık.

bir tuktuk aldı bizi masaj salonundan. masaj mı istiyorsunuz diyor. o tarzanca biz tarzanca. gidiyoruz da gidiyoruz. arada mastürbasyon yapıyormuş gibi hareketler yapıyor, sürekli boom boom görls diyor, çığlık atıyor, gülüyor, habire bi şeyler söylüyor tarzanca. sonra bir yere götürdü. kapıda bodyguardlar. biz gelince kenara çekildiler, karanlık kocaman bir salona girdik. karşımızda iki duvar. duvarın içinde bir sürü kadın. aynen şunun gibi bir yer:


bir adam karşıladı bizi. takım elbiseli. polat alemdarvari. kadınlara bir şeyler söyledi. birden bizi yeni görmüşler gibi selam verip öpücük atmaya başladılar. çok utandırıcı. hemen çıktık. hayır bunu istemiyoruz diyoruz tuktukçuya. çok bozuk bize. otele gidelim diyoruz. sonra adam bizi dev bir binanın arkasına dolandırıyor. katlı otopark. duruyor. hemen yanımıza yine izbandut gibi adamlar geliyor. sürüklenerek başka bir geneleve götürülüyoruz. aynı şöyle:


korkmaya başlıyorum hafiften. ortam şu: ortada masalar. üzerinde içkiler. kızlar karşınızda fish tank'ın (bu tabir kullanılıyormuş - akvaryum genelevi) içinde. makyaj yapıyorlar, telefonla konuşuyorlar, kimi somurtmuş tv izliyor, kimi bir şekilde seni tavlamaya çalışıyor. ne yapacağımız bilmiyoruz. birileri var, kendilerine kız beğeniyorlar, garsona söylüyorlar. kızın numarası (adı bile yok, numara! belgeselden öğrendim) anons ediliyor. kız geliyor. elinde menüyle. adam ne istediğini kıza gösteriyor ve gidiyorlar içerideki odalara..

bahsettiğim belgeselin trailer'i şu. bahsettiğim şey az buçuk var orada:


belgeselin tamamı şurada: whores' glory 
belgesel hakkında yönetmenle yapılmış bir röportaj: tıklayın

en sonunda dövülmek pahasına da olsa 'istemiyoruz, daha bugün geldik, belki yarın' deyip kaçıyoruz. bu cümle kalıbı çok işe yarıyor tüm tayland'da. resmen kovuluyoruz mekandan. tuktukçu çok bozuk. nihayet otele götürüyor. bi ara sokakta durup 500 baht istiyor. en başta 300'e anlaşmıştık oysa. çok dolaştırdım sizi, o en baştaki fiyattı diyor. hep tarzanca. otele diyoruz. otelde de 500 istiyor. resepsiyon görevlisine polis çağırmasını rica ediyoruz. çağırmıyor. tuktukçu bizim kız istediğimizi, o da bizi geneleve götürdüğünü ama bizim kızları beğenmediğimiz için komisyonunu alamadığını, dolayısıyla yol parasını ödememiz gerektiğini söylüyor. bağırış çağırış kavga ediyoruz. aklımda da sürekli bir haber: sky news haberi. biz gitmeden 1 ay önce 1.5 pound fazla ödemicem diyen bir turist samuray kılıcıyla öldürülmüştü. 50 baht daha verip yolluyoruz tuktukçuyu neyse ki.

çok uzun bir gün! ve tehlikeli.. ucuz yırttık.. ha ilk 'seks yapılmaz masaj yeri burası' denilen salonun ne kadar haklı olduğunu gördük. pahalı oluşunun nedenini de anladık çünkü masör kadınlar gençti ve 'batı standartlarında' güzeldi. genelev komisyoncusu tuktuk şoförünü de anladık: bizim salondan orada seks yok diye çıktığımız sanmıştı. ama bizi ıssızda tehdit etmesi hiç olmadı. gelirsin bi gün angara'ya sen! hıyar herif!

siz siz olun tuktuk'a neyim binmeyin. taksiye binin!

2 yorum:

Unknown dedi ki...

harika bir yazı okurken inanılmaz keyif aldım:)) Ülke'yi az çok biliyorum Taylantla özel bir bağımız var ne yaşanılacak bir ülke değil hem sıcağı çekilmiyor hem de insanları... kanunlar da zaten yerel halktan yana yabancılar çok fazla sıkıntı çekebiliyorlar ....ama taylantın kanal dışında okyanus tarafları daha görülmeye değer belki de görmüşsünüzdür bilmiyorum :) güzeldi oradaymışım gibi bir izlemin verdi ...teşekkürler

gezenbezgin dedi ki...

çok teşekkürler :)

sıcağı, nemine ve yağmuruna ben de şahit oldum. ankara'nın kuru havasına alışkın olan benim gibilere bu iklim fazla gelir. yazın istanbul'a ve izmir'e bile gidemem ben...

insanları konusunda çok bir şey diyemem aslında. karşılaştığım insanlar karşılarında hep bir turist gördüler. ortak bir dilimiz olsa ne olurdu bilmiyorum. bir konferans için oradaydım. konuşabildiğim thai'lar çok cana yakın ve misafirperverlerdi. iletişim kurmak zor gerçekten. en başta hiç alışkın olmadığımız bir kültür.

okyanus kıyısına gitmedim. ya da pattaya'yı sayarsanız gittim. gitmesem de olurmuş. gidenlerden hep şunu duydum phuket gibi yerler veya kuzeydeki ayutthaya gibi eski yerleşimler görülesiymiş. bir dahaki sefere artık.

yerleşmeye gelince; şimdilik öyle bir niyetim yok :) ama hayat bu ne gösterir. aslında niyetim kostarika'ya yerleşmek. hiç görmesem de..