31 Ağustos 2010

gündoğan, yalıkavak, gümüşlük


o kadar şikayet ettik ama yine de gezmeden edemedik aslında. ilkay'ın uğraşları sonucunda dondurma yemek için yalıkavak'a gittik. sonra da yeterince fotoğraf çekemedik deyip gümüşlük'e kaçtık. aslında altımızda bir araba olsaydı veya bu küçük yerleşim birimleri arasındaki ulaşım sorunsuz olsaydı biz yine de dolanabilirdik yarımada etrafında. ama hava çok ama çok sıcaktı; o sıcakta minibüs beklemek ızdıraptı; o minibüslerde ayakta sıkış tepiş gitmek işkenceydi; ve minibüslerin akşam 17:00'de bitmesi ve gelinen yarım saatlik yolun dönüşünün bodrum üzerinden tüm yarımadayı dönerek 2 saatte alınması başka bir olaydı. hal böyle iken böyle oldu işte...


 her koşulda otelden çıkınca gündoğan'a gitmek zorundaydık. gündoğan'ın içini pek dolaşmadık. aşağıda limanı:


ve hemen yanındaki sahili:

sonradan söyleyeceklerimi burada şimdiden söyleyeyim. bodrum yarımadası tam bir distopyayı andırıyor. her yer ama her yer bina, yazlık, site. sanki tüm bu binalar beyaz badanalı ve mavi panjurlu olunca o evlerin tüm biçimsizlikleri, yerleşimin tüm plansızlıkları kapanacakmış gibi aralıksız bina her yer. abartmıyorum. hele bodrum'un bitez, gümbet, turgutreis, gümüşlük, yalıkavak hattı metropolis filmi gibi. sanki tek bir kent. arada hiç boşluk yok. dağ yolu, sahil yolu farketmiyor. bodrum yarımadası toptan büyükşehir belediyesi ilan edilse yeridir. torba, türkbükü tarafı daha rahat olsa da orada da yerleşimin kangren gibi yayıldığı söylenilebilir. bütün otel, gündoğan fotoğraflarında görülen o biçimsizlik ve çirkinlik sadece o bölgeye özgü değil. asıl demek istediğim o!

bilmem kaç sene önce (1992'ydi sanırım) kuşadası'nı görünce nefret etmiştim. o üst üste binalar neydi! o muhteşem kalesi veya davutlar milli parkı bile gözümde kurtaramamıştı kuşadası'nı. babamın milas'a tayini çıkınca 1994'te bodrum'u görmüştüm ilk kez. çok güzeldi. sonra 2000'de bizim tayfayla tekrar görmüştüm bodrum'u yine hoşuma gitmişti. şimdiyse bodrum yarımadasına bir daha gider miyim bilmem diyorum. "bodrum yarımadası" diyorum çünkü eski ilçe, belde ve köy merkezleri güzelliklerini hala koruyorlar ve gerçekten görülmeli, gezilmeli. tabi bu sırada aradaki tüm çirkinliklere gözleri kapatmalı mutlaka...

neyse. o sıcaklarda ilkay'ın ilk günden beri dilinde olan dondurmayı yemek üzere yola düştük. yalıkavak'a gittik. bitez dondurması yemeye :)


yalıkavak o dediğim içi güzel yerlerden biri. ama şu da var ki bütün sahil kenarları birbirine benziyor artık bizim için. kenarda balıkçı lokantaları, limanda bekleyen ve binbir keşke çektiren yatlar, katamaranlar, incik boncuk çarşısı vs. neyse ki hepsi birbirine benzese de biz hepsini çok seviyoruz. hatta emekliliğimizi iple çekiyoruz (emekli olunca devletim bana o kadar çok para verecek ki hem maaş hem de ikramiye olarak, önce bi ev sonra bi dükkan alacaz deniz kenarından, sonra buarada yaşayacağız ve öleceğiz! amin!)


biraz aradık ama bulduk dondurmacıyı. harbiden harikülade dondurma yapıyor adamlar. kitle tarafından en çok kanyaklı dondurmayı beğenildi. öyle yoğun bir tat ki üç topun ortalama bir insanı çakırkeyf hale getireceğine hepimiz ikna olduk:



(çay serimi uzun süredir ihmal ettim. pardon)


yalıkavak'ta çok fazla kalamadık. 
sıcaktan. 
çarşıyı şöyle bir turlayıp garaja gittik hemen




bunlar da dilek'in bir türlü hatırlamadığı yel değirmeninden:


atlas'ta görmüştüm bodrum yarımadasında bir hayli yel değirmeni var ve türkiye'de en iyi korunmuşların bir çoğu da bu bölgede. maalesef araba olmadan yanlarına gitmek çok mümkün değil(miş). çünkü haliyle tepelerin en yel alan kısmındalar. sanırım en bilinenleri gümbet ile bodrum'u ayıran tepedekiler.


 yalıkavak'ta cartoon diye bir cafenin önü...

bir başka gün ilkay'la ben gümüşlük'e kaçtık :)


uzun ve maceralı bir yolculuk sonrası nihayet varabildik gümüşlük'e. ama inerken öğrendik ki geri dönmemiz artık mümkün değil. otele gitmek için önce bodrum'a sonra oradan da gündoğan'a dolmuş bulmamız gerekiyormuş. arada acaba turgutreis'e mi gitsek diye tereddüt ettik ama sonra koy gitsin diyerek burada kaldık. kendi adıma hiç de pişman değilim.

gümüşlük küçücük ama harbiden küçücük bir köy (aslında belde). etrafındaki binlerce kişi kapasiteli yazlık siteleri saymazsanız uzunca bir sahili, o sahil boyunca dizili lokanta ve restaurantları, apartları, otelleri ve kamp alanları var. buradaki tipler vedat türkali'nin romanlarında anlatılan bodrum tiplemelerine daha yakınlar. nasıl demeli? top sakallı, entelektüel görünümlü, cihangir tayfasını buraya koy yabancı kaçmaz öyle diyeyim. gerçekten de o denize sıfır apartlarda da kalınır. nasip, belki de sonra :)


her yerde "dünyanın en güzel güneş batan yeri" yazıyor gümüşlük'te. sanırım bunu iddia eden 25,000 yerden biridir :) . ama kendine has bir çok özelliği de var gümüşlük'ün. birincisi burası kapalı bir liman. limanın girişinde bir yarımada ve bir ada var. o adaya suyun alçak olduğu zamanlar (med-cezir dolayısıyla) yürüyerek gidilebiliyor. adanın tümü arkeolojik alan.yani eskiden beri burası liman olarak kullanılmış. liman deyince balıkçı tekneleri falan anlaşılmasın sadece. burada ilkay'ın bolca küfürüne mazhar olmuş tonla lüks yat bulunuyor. ben hiç karımı bu kadar küfür ederken görmemiştim. sınıf öfkesi depreşti heralde...


o adaya karşıdan bakan heykel. o arkeolojik alan sadece adayla (tavşan adası) ile sınırlı değil. şu an gümüşlük'ün üzerine kurulduğu yer de o alana dahil. bilindiği kadarıyla depremle yeryüzünden silinmiş. ama tavşan adası şu an ziyarete kapalı. güya demek lazım tabi. giren giriyor. myndos kenti.anadolunun eski medeniyetlerinden lelegler kurmuş myndos'u. eski anlatılara göre burada bir tiyatro ve stadyum varmış ama şu an hiçbir izi kalmamış. biz gitmedik, göremedik ama su altında duvarlar falan görülüyormuş hala. coğrafyasını anlatmak için bir şey daha diyeyim hadi: büyük iskender kuşatmış da alamamış bu kenti!


bal kabağından fenerler. çekmemişiz ama gece yakıyorlar bunları. denizin üstünde çok güzel oluyorlar :)



nedense gümüşlük'ün içinden çok fotoğraf yokmuş elimizde. aklımız direk yemekte olduğu için olsa gerek! bir an önce oturalım bir yere de serin serin yemek yiyelim, güneşi batıralım dedik heralde...

pahalıydı restaurantlar. pazarlık ettik. tamam dedik. kalkarken yine de kazıklandığımız fark ettik. değer miydi? evet, kesinlikle:




eski güzel günler: balık, rakı ve Sigara!

manzaramız:








güneş güzel batıyordu. eyvallah. ama pek doğru bir yerde değildik heralde. asıl limanın ağzında iki kara arasında batışı izlemek gerekiyormuş. veya tavşan adasından izlemek lazımmış (yasak ama millet inat edip çıkmış işte)


biz olduğumuz yerde mutlu mesut izledik:


ama garip olan bir başka bir şey vardı. güneş battı, rüzgar başladı ve biz o sıcak günler içinde üşüdük. ve polara sarıldık. harikaydı.


tabi ki de kedisiz olmaz:







bunları unutmayalım. otelden:


sanırım kedi fotoğrafı çekmekten vazgeçemeyeceğim. bunların her halini seviyorum yahu ben!


bu da rızkıyla köpek!

bu kaçamaktan ziyadesiyle mutlu kaldık. hatta ulaşım yüzünden erken kalkmak zorunda kalsak da, bodrum garajında beklesek de, hatta gündoğan'da 24:00 servisine yetişip yetişememe telaşına düşsek de! güzeldi. yaşadığımız en serin akşamdı

Hiç yorum yok: