31 Aralık 2009

timeo hominem unius libri

beytepe'ye burcu'nun yanına giderken üniversite kampüsünün ortasında bir anıt görmüştük. altında da "timeo hominem unius libri" yazıyordu. şu demekmiş: "tek kitaplı insandan korkarım". yüzümüzde bir tebessüm kimimiz gerçek anlamıyla sadece tek kitabı olan/okuyan insan anlamını çıkartırken kimimiz tek kitaplı (dine inanan) insan anlamını çıkarmıştı. ne olursa olsun güzel ve büyüleyici bir söz..

diyarbakır'ın bizim için orta yeri olan hasan paşa hanının altında, daha doğrusu mahseninde, bir kitapçı var. yukarıda görünen kitapçı. inanılmaz güzel. kitapların istanbul'un marketimsi yerlerinden çok buralara yakıştığını düşündük. ankara kitapçıları da bir ayrıdır hani! neyse. oradan fotoğraflar efendim...

kalkan balığı


kalkan balığını göstermeden önce şunu demeliyim ki -belki daha önce de demişimdir- diyarbakır'da yön duygusunu kaybetmek hiç de zor değil. bizim gezdiğimiz eski kent bir de biz surlar etrafında dolaşırken sisler altındayken bu iş iyice çetrefilleşiyor. dediler ki diyarbakır yıllardır böyle sis görmemiş. bizi mi bekliyordun yahu!? ne adam gibi kent silüeti fotoğrafı çekebildik, hadi onu geçtik şehri şöyle doğru düzgün göremedik surlar üzerinden.



30 Aralık 2009

içkale'nin içi

önsel zorunlu not: ben fotoğrafların blogger'a yüklenmesini saatlerce inatla beklerken bir başka kendini bilmez vatandaş benzer bir konuyu bloglamıştır. şahsen bu vatandaşın mesleki melekelerini kullanarak benim çanıma ot tıkadığını, önümü kesmeye çalıştığını, sabote ettiğini (daha benzer ve aynı bir çok deyim, atasözü ve kelime biliyom) düşünmekteyim. direnişteyim! vazgeçmiyorum ve bildiğim yolda yürüyüp o blogdakine benzer fotoları ben de yayınlıyorum! yılgınlık yok!!!

içkale eski diyarbakır'ın kafasını oluşturuyor. cümle garip başladı biliyorum ama açıklıyacağım. şöyle: diyarbakır surları bir kalkan balığına benziyor (haritasını sonraki konuya saklıyorum) ve içkale ise surların içinde kendi surları çevrili ayrı bir kale. o da kalkan balığının başını oluşturuyor. anlattım. rahatım :)

üstteki fotoğrafta eski cezaevi ve ardında içkale surları ve artuklu burçları...

29 Aralık 2009

hz. süleyman ve 27 şehit sahabe camii

diyarbakır gezimizin son gününde suriçi'ni dolaşmaya karar veriyoruz. daha önce handa karşılaştığımız eleman buraya mutlaka gitmemizi çok güzel fotoğraflar yakalayabileceğimizi söylemişti. başımıza bir şey gelir mi kabilinden bir şeyler geveleyince niyetinizin kötü olmadığını anlarlarsa hiçbir şey olmaz demişti :) bilmiyorum niyetimizin iyi olduğunu anladılar mı ama bizim başımıza bir şey gelmedi. sürekli bunu dediler de biz bir şeyle karşılaşmadık. ki onca turist modumuzla gezerken.

işte böyle bir ahval içerisindeyken yolumuz pınar'ın rehberliğinde hz. süleyman camii ve 27 şehit sahabe türbesine düştü.


27 Aralık 2009

nebi camii & dört ayaklı minare


bu camiileri bir aradan çıkartayım da içim rahat olsun, yoksa unutacağım eklemeyi. diyarbakır gezimiz süresince bu camiler planlarımız dahilinde değildi. gitmeden önce bu camilerin güzel olduğunu duymuştuk. eski kent içerisinde dolaşırken bu camilerle haliyle karşılaştık. kısa birer mola verip gönüllerini aldık. bir tanesi nebi camii (ulu camiiye yakın) bir diğeri şeyh mutahhar camii veya bilinen diğer adıyla dört ayaklı minare..


mar petyun keldani katolik kilisesi


şimdiye kadar yaptığımız gezilerden buraya aktardığım fotoğrafları hep gezi rotamıza göre koymuştum. bu diyarbakır gezisinde ise bu mümkün değil. çünkü kenti -daha doğrusu eski kenti- dolaşırken hep karşımıza surlar çıktı. surlar bütün eski kenti çepeçevre sardığı için ilk kez yön duygumu kaybettim. ben! düşünün hele. bunun için surlar başlığı nasıl açılır bilmiyorum. derli toplu olsun diye konular halinde eklemeye karar verdim ben de.

meryem ana kilisesinden sonra ikinci kilise uğrağımız mar petyun kilisesi. kapıya verdığımızda çaldık. yine kimse açmadı. orada beklerken bizi daha önce de takip ettiği belli olan biri yanaştı yanımıza. yerlisiniz heralde diye sordu. hani yabancı uyruklu değilsiniz anlamında. "kilise kapalı. açmazlar kapıyı" dedi. sağolun dedik. adam gidiyordu, döndü "ben asayiş şubedenim, peşinizde çocuklar var. çarpacaklar dikkatli olun" dedi gitti. 7 tane koca insanı çarpacak çocuk grubunun alnından öperim birader ne azim diyerekten. kafaya koyan yapar zaten. yani güya bizi uyardı memur bey ama daha tedirgin etmekten başka bir şeye yaramadı.


meryem ana süryani kadim kilisesi

onca yol gelmişiz (gerçi uçuş 1 saat sürmedi ama), gece kız almışız, ardından misafirhane odasında "home party" vermişiz, o sisli puslu havada gecenin yarısında dışarı çıkıp birbirimizi korkutarak bunu kutlamışız önemi yokmuş. ertsesi sabah 7:30 gibi kalkıp düştük yollara. hedef meryem ana süryani kadim kilisesi. okunulana göre yılbaşı ayini varmış, onu göreceğiz. hadi kalkın ulu camii'de sabah bayram namazına gidelim desem kimse gelmez :)

o işin şakası tabi. bir süryani kilisesi görmek gerekiyordu hazır buralara kadar gelmişken. bu kadim halkı görmek, dillerini anlamasak da işitmek az biraz tarihe tanıklık etmek (!) de olacaktı bizim için. ama olmadı maalesef...


ulu camii

nihayet diyabakır gezimizde çektiğim fotoğrafların ilk parçasını koyabiliyorum. ulu camii. cami konum itibarıyla bizim gezintilerimizin merkezi noktası oldu. ordan gelip buraya giderken her nasılsa hep buraya (ve tabi ki hana) düştü. üç gün boyunca üç kez gezmişiz avlusunu. ne yazık ki içeri girip fotoğraf çekmek nasip olmadı. hem bizim telaşımız nedeniyle hem de gittiğimiz her anın neredeyse namaz vakti olması sebebiyle...


16 Aralık 2009

gediz'in bereketi

şimdi efendim. bloglardaki konulara başlık bulmak gerekiyor ya ben orada çok sorun yaşıyorum. eskisi gibi mekan-tarih formatlı başlıkların çok can sıkıcı olduğuna karar vermiştim. şimdi de kıvranıyorum. şimdi bu başlıktaki fotoğrafları anlatacak ne başlık bulayım?

gediz'in bereketi dedim bende. bir trt2 belgeseli kıvamında. hani şu 50li yaşlarda kısa saçlı bir kadının "anacığım" diye konuştuğu geri fonda bolca bağlama çalan belgesel kıvamı. ama konunun içini de doldurmam gerekiyor böyle bir başlıktan sonra.

foto-belgesel deneyimdir...


10 Aralık 2009

bizim çocuklar

portre çekimleri konusunda ilerlemek gerek. nasılını hele ki niçinini pek de bilmiyorum. ama şurası kesin ki çocuklar poz vermeye bayılıyorlar ve bu fırsatı kaçırmamak gerekiyor. ortada çocuklar söz konusu olduğunda onların bir türlü yerlerinde duramadıkları, kıpır kıpr 'gıynaştıkları' ve de çekilen her şeyi güzel bulmaları gerçeği de var. deneyişlerimdir, yiğenlerim ve kuzenim...


8 Aralık 2009

anneannemin kurbanı

eskiden rahmetli anneannem yapardı bu işleri. bayram namazına herkesi o uyandırır, namazdan dönenleri o karşılardı. hemen elini uzatmazdı. o kadar telaşlı olurdu ki o sabahlarda bayramlaşmayla bile vakit geçirmek istemezdi. 'hadi mamudum, hadi mustavam, hadi hatçem' diye diye ahaliyi bir önce işe koşardı. koçlar ardı ardına devrilirdi. köyde 5-6 kurban kestiğimiz olurdu. ve anneannem hepsinin işinin o gün bitmesini isterdi.

7 Aralık 2009

kurban olam ben sana

en sevdiğim bayram. kurban bayramı...
insanın bu bayramda yörüklük damarı tutuyor.


eskiden o güzelim koçlar eve getirilirdi. biz onları beslerdik, oynardık onlarla. bayramda da kesip bir güzel yerdik. hem de hiç psikolojik sorun yaşamazdık. işte bu son bayramda nedense bakamadım hayvanın gözlerine. sanki suçluyumuşum gibi. ama kestikten sonra da dediğim o damar tuttu. oturup afiyetle yedik. allah kabul etsin...



20 Kasım 2009

mum dibi kedi

işten çıkmadan bağladım meseleyi. önce eve gidilecek, sucuklu, peynirli, turşulu, acılı muazzam bir tost hazırlanacak. uzun zamandır yavaş yavaş kaynayan çay eşliğinde bu tostlar mideye indirilecek. her şey akşam izlenecek diziye yönelik olacak: "bu kalp seni unutur mu?".

eve geldim, ilkay geldi, garaali daha gelmeden elektrikler gitti! hadi beyaz türk ağzıyla konuşalım: avrupa birliği'ne girmeye aday ülkemizde, 21. yy'da, medeni uluslar marsa giderken atamızın bize mirası türkiye'nin başkentinde elektrikler kesildi! (gözün çıksın akp!) evet. bizim dizi yalan oldu...



boş boş oturmayalım kabilinden mum ışığında fotoğraf çekme denemesi yapalım dedik ali bey'le. az buçuk çözdük meseleyi. meseleyi çözdük çözmesine de çözüme ulaşamadık kısıtlı olanaklarımızdan dolayı.

dümbük kediler adam gibi hareketsiz dursalar daha çok kare çıkartabilirdim (heralde!). ama durmadılar. sanırım burunlarının dibine koyduğumuz mumdan rahatsız oldular :)

18 Kasım 2009

sakarmeke

eylem yorgunluğunu atmak için kadıköy'de bildiğimiz tek deniz kenarı olan kahvehaneye gittik. dennis ve dilek'i beklemedik. bizi dinlemeyip aynı yoldan gelmeye kalktıkları için baya geç kaldılar. her yerde sakarmeke vardı. ve benim objektif bi halta yaramıyordu. garaali'nin makinesinin de desteği ile kuş fotoları deneyişlerimdir:


ama bu yukarıdaki sakarmeke değil tabi ki. o bir karabatak. karabataklar habire suya batıp durdukları için böyle açıktan görmek pek mümkün olmuyor. o yüzden bu foto kapak olmayı hakediyor diye düşündüm ben. bilmem iyi mi yaptım?

kuş burada çok belli değil ama ali'nin makinenin zoomu da bir yere kadar. en azından onunkinin zoomu var :(

(şu parasızlıktan ne zaman kurtulur da elimize yakışan, makineye layık bir lens alırız bilmek istyiorum artık! her zaman savunageldiğim insansız fotoğraf olmaz deyişimi kuşlar ve kediler söz konusu olunca yutuyorum. ama en yakın zamanda kuş fotoları çekmek istiyorum. hükümet hükümet duy sesimizi! memura %1milyon zam ulan!!!)

5 Kasım 2009

lévi-strauss göçtü...


lévi-strauss ölmüş! 100 yaşında hatta 101 yaşından bir ay önce!

adamın bu güne dek hala yaşıyor olduğundan bihaberdim. levi-strauss öyle böyle bir efsane değil hani. bırak adamın öldüğünü yaşadığına bile ihtimal veresi gelmiyor insanın. o derece yani...

adamımız en kısa haliyle yapısal antropolojinin kurucusu. böylelikle bir yandan modern antropolojiye diğer yandan yapısalcı teorilere yol vermiştir. bu adamın hala yaşadığına bundan inanmak zordu ya! antropoloji doğmuş, çeşitlenmiş ve can çekişen bir 'bilim' haline gelmişken, yapısalcılık işlevselcilikle ateşli bir ilişki yaşadıktan sonra fenomenoloji ve lingüistik gibi meyveler vermişken, ve bununla yetinmeyen hain torun postyapısalcılık hayata tutunmaya çalışırken kendi çukurlarına girip girmemeye karar verememişken bu adam hala yaşıyormuş. garip!!

levi-strauss ilk alan çalışmasına brezilya yerlileri arasında 1938'de başlamış. yani her evde ampullü radyonun, manyetolu telefonun olmadığı dönemde :) aslında hukuk ve sosyoloji okumuş olan bu abimiz alan çalışması sonrasında ortaya öyle baba bir eser koymuş ki akademik camiayı baya sarsmış. kimisi buna milat derken kimisi de teorilerine altyapı buldukları için sevinmişler. o denli yani...


(devamı var :) )

31 Ekim 2009

konserde...



konsere gider de kendi fotoğraflarımızı çekmez miyiz?
karşınızda "tayfa bandista"yı izlemeye giden "bizim tayfa"...

tayfa bandista

29 ekim cumhuriyet bayramımızın son gününde devletimizin bize bahşettiği tatil gününü evde temizlik yaparak geçirdik ilkay'la. benim motivasyonum haftasonu kıçımı serip yatabileceğim üzerineyken ilkay'ın ki o geceki bandista konseriydi.

gün boyu süpürürken, silerken, yıkarken, durularken evde bangır bangır bandista çaldık. geceye hazırlanalım diye :). eee bu sene onca konser verdiler. hem ankara'da hem de istanbul'da gitmeye heveslendik çok kez ama gidemedik bir türlü. bu kez kaçırmayacaktık ve hakkını verecetik konserin. ne de olsa sezonun son konseriymiş...


neyse. bir sürü fotoğraf çektik. ama her zaman ki bahanemiz de hazır: çok kötü ışık vardı!!!

29 Ekim 2009

dağ üstü bulut

bu bizim evden bozdağların yamaçlarının görünümüdür..

memlekette bir kahvaltı

ramazan bayramında istanbul'da sergicibaşı olduğum için gidemediğimiz salihli'ye 2 hafta gecikmeli olsa da gidebildik ilkay'la. özlemişim herkesi..


aslında bu fotoları buraya koyup koymama konusunda tereddütler de yaşadım. çünkü çektiklerimiz klasik aile fotoğraflarının ötesine pek geçememiş ne yazık ki. olsun! bu blogda bizimkilere dair bir başlangıç da yapmak gerekiyor (gerçi teyzemle bir giriş yapmıştım ya!) -malum önümüzde kurban bayramı var. bu da demek oluyor ki güzel güzel fotolar gelecek ileride. bunlar ısınma turları olsun :)

21 Ekim 2009

dennis...

fotoğrafın küçük hali bir boka benzemiyor.
bence üzerine tıklayıp büyültün :)
gerçi o hali bir şeye benziyor mu ondan da emin değilim ya !?

20 Ekim 2009

st. petersburg balmumu heykel sergisi

okula gidip gelirken afişini gördüğüm sergiyi pınar'ın (karşılayamadığımız) isteği sayesinde gördük.

"ilk olarak avrupa'da ölülere duyulan saygıyı belirtme ve esrarengiz (!) törenler düzenleme amacıyla yapılan heykeller..." diye bir ifade var serginin broşüründe. nasıl bir esrar anlamış değilim. amma velakin bilumum çarın ve bittabi lenin'in cesetlerinin mumyalanıp sergilenmesi ve ziyarete açılması az buçuk birşeyler anlatıyor bana. sosyolojide civil religion denilen hadise heralde :)

neyse. efendim. gittik gördük. pek bi sevdik..


yukarıdaki şahsiyet ivan grozni imiş. namı diğer "korkunç ivan". ne yalan söyleyeyim benim sergide en beğendiğim heykel buydu. adamın zaten güzel yapmışlar heykelini. bir de çok güzel bir yere koymuşlar ki ışıklar vursun yüzüne, efekt yapsın, gölgeli olsun. korkunç olsun. valla helal olsun yapana...



19 Ekim 2009

epic story (alparslan) ver.2.0

st. petersburg balmumu heykel müzesinin sergisini gezdik.
seriden daha bir çok fotoğraf gelecek :)

fotoğraflardan önce benim 300 'ıspartalı' adlı serimden parçalar... :)

 





sergide çektiğim 'alparslan' heykelinin fotoğrafları üzerinde çalışılmıştır..

17 eki 09

13 Ekim 2009

denemeler


bu fotoğrafı 27 temmuz 2008'de amasra'da dilek çekilmişti. çok seviyorum bu fotoğrafı. üzerine bir sürü şey yazılabilir. hele deniz'in arkadan bakışı ve ilkay'ın gülüşüyle :)

not: digital manipulation tabikine. niyesi yok!!
bu manuplatif şeylerin fotoğraf olduğunu iddia eden de yok halihazırda :)

5 Ekim 2009

kentsel bölüşüm..

bayramın son günü...

son gün için planımız çoktan hazırdı. balat-fener civarı gezilip bolca fotoğraf çekilecekti. serap adapazarı'ndan dilek denizli'den geldi. oraları seçtik. çünkü gazetelerde fener (hatta cibali) ayvansaray arasının kentsel dönüşme tabi kalacağını okumuştuk. içine edilmeden gidip görelim dedik..

2 Ekim 2009

beyazıt...

unutulup gitmesin. beyazıt meydanı..

(etkileri çok abarttığımın farkındayım. bir de böyle olsun)

stanpoli

bayramın ikinci günü...

mecidiyeköy'den çıkıp sultanahmet'e gitmeye karar verdik. iki ihtimalden birini seçecektik. ya taksim'e gidip oradan otobüsle gidecektik ya da eminönü'ne gidecek ve tabanvaya güvenecektik. içimizdeki urban trekker boş durmadı ve yürümeyi seçtik..

invasion of clouds




bayramın birinci günü.. eşten dosttan anadan babadan ayrı bir bayram günü...

üsküdar'da ilkay'ın halasını ziyaret ettik (kısa not: üsküdar mutlaka gidilesi gezilesi bir yermiş. sözüm olsun!). beşiktaş'a geçtik motorla. gökyüzü yukarıdaki gibiydi ve biz o yağmurun üstümüze nasıl geldiğini adım adım izledik. ve de ıslandık tabi :)

20 eyl 2009

30 Eylül 2009

bienal beleşçileri...

ilkay istanbul'a geldikten sonra yaptığımız ilk uzun yürüyüş. burada çok fazla fotoğraf yok. çünkü makine ilkay hanımın ellerindeydi. ama urban trekkinge halel getirmek olmaz diyerekten onun çektiği fotolarla birlikte u.t.'i buraya not düştüm :)

mecidiyeköy'den başlayan yürüyüşümüzün belirlediğimiz ara noktalarından biri feriköy rum okuluydu. enteliz ya (ve de memuruz ya) bienalin ücretsiz sergilerinden biri oradaymış. onu bulacağız ve entelektüel tatmine ulaşacağız. yürümeye başladık abide-i hürriyet caddesinden. aşağıda fotosu görünen sokağı görür görmez tanıdım. artık nasıl kazınmışsa kafama. 2 sene önce 1 mayısta taksim alanına çıkmaya çalışan kalabalığın toplanma yeri olan disk merkezi!

el insaf! yahu burası toplanma yeri olarak seçilir mi? akıl var mantık var! sokakın kendisi yasak savmacılığın, adamsendeciliğin göstergesi. yem olarak polisin önüne atsaymışınız milleti daha iyiymiş.. gerçi o sene olanları unutmadık daha. sendikaların milleti nasıl sattığını, nasıl marjinalize ettiğini....


28 Eylül 2009

beşiktaş 0-1 ManU


mecidiyeköy'den arnavutköy'e gitmek için ayrıldım. normal otobüs güzergahını takip ederek gitmekti düşüncem. ama beceremedim. daha doğrusu sabırsızlığımın kurbanı oldum. aha bu sokak güzelmiş diyerek girdiğim yer beni çıkmaza soktu. vadiden aşağı salınmaya başladım. görecek hiçbir şey yoktu. ama benim de indiğim yokuşu tekrar çıkmaya enerjim yoktu...


27 Eylül 2009

bulunamayan yol


kadıköy'den deniz'le beraber geçtik mecidiyeköy'e.. gerekli teferruatları hallettikten ve sonra yemek fişlerini bitirme gayretimizden sonra çıktık. nereye gitsek derken bir otobüse atlayıp emirgan tarafına gitmeye karar verdik. dilek'in istediği gibi gidip çay içmek üzere...

doğrudan otobüs bulamadık o tarafa. biz de bildiğimiz yoldan gidelim diyerekten hisarüstü otobüsüne binip boğaziçi üniversitesi kapısında indik. en başta elimizi kolumuzu sallayarak kapıdan geçmeye tırssak da girdik kampüse...


12 Eylül 2009

yassah kardeşim...!



mecidiyeköy'de alışveriş merkezinden çıkar çıkmaz ne yapacağımı bilemedim en başta. otele gidip üzerimdeki gereksiz ağırlıklardan kurtulduktan sonra bizim uydurduğumuz bir etkinlik olan "urban trekking" yapmaya karar verdim. bunun anlamı kısaca şuydu; kıçından ter gelinceye kadar keep walking...

rota konusunda seçim yaparken pek zorlanmadım aslında. hedef her zaman önünden geçtiğim ama merak etmeme rağmen içini görmediğim yapıları görmekti. mesela ıhlamur kasrı, dolmabahçe cami, beşiktaş'ta önünde çay içtiğimiz cami ve küçük ayasofya diye de bilinen kılıç ali paşa cami (burayı görmeyi çok istiyorum)...




profilo avm'den çıkıp ali sami yen stadını geçtikten sonra mecidiyeköy hattı boyunca şişli'yi yürüdüm. ve şu yukarıda görünen gökdelenlerin aradan daldım. ne olduğunu anlamadığım ama ne olduklarını az çok tahmin ettiğim binalar. hastane, rezidans vs... o aradan istediğim gibi beşiktaş'a inebilceğimi tahmin etmiştim. yanılmadım :)


8 Eylül 2009

ayvalık ve kedileri...

istanbul'un kedileri olur da ayvalık'ın olmaz mı? hatta burada çok abartı. en başta her çöp tenekesinin kapağının içinde bir kedi var. kedi çeteleri var...

aklıma ihsan oktay anar'ın romanlarını hatırlattılar. dışlanmışlar köhne yerlerden yeni değerleriyle ritüelleriyle varolmaya devam ediyorlar. kedi çeteleri için de aynı şey vardı. cunda'da bir yerde bir grup gördük. 10-15 kedilik. tek bir sağlam kedi yoktu desem yeridir. kiminin kuyruğu kopmuş. bir çoğunun gözleri tam değil. kulağı yırtık olanlar. ama hepsi bir aradalar... aynı şeyi iskele civarındaki kediler için de söylemek mümkündü. semirmiş, güçlü kediler çetesi.. çok güzel hikayeler yazdırtır adama burası. yazmak için illahi akif pirinçci mi olmam gerek acaba? düşünmem gerek...

istanbul ve kedileri...

daha önce de dediğim gibi istanbul kediseverler için bir cennet. hadi kedileri istanbul'un insanları kadar bol desek dahi, burada kedilere yönelik özel bir ilgi de var sanırım. daha önce istanbul'a geldiğimde sokak kedileri için farklı yerlere bırakılmış mamalar görmüştüm. ve belediyelerin bilboardlarında sıcaklarda sokak kedilerinin ve köpeklerinin susuz kalmaması için hazırlanan afişleri... ne güzel! kedileriyle barışık bir kent. boşuna değil 'istanbul ve kedileri' adlı tişörtler hazırlanmış...

7 Eylül 2009

hdr by garaali & mıstık

ali'yle hdr hdr deyip duruyorduk. nihayet yaptık denemelerimizi ve oldu sanırım..
valla biz çok beğendik..

hatta ben o kadar çok beğendim ki her zaman yaptığımı yapıp bu gönderiyi "devamı" formatında yollamayacağım. bakan hepiciğini görsün :)

not: yegane tavsiyem şudur; fotoğrafların üzerine mutlaka tıklayın ve büyük hallerini izleyin!!

iyi seyirler...

tabi ki istanbul...

.

tabi ki cunda...

.

haydarpaşa...

en yakında devamı gelecek :)



6 eyl 09

ayvalık'ta son saatler




ayvalık için iftar vaktine yaklaşmak demek bizim için ayvalık'tan gitmek vakti demekti. sokakalrda onca dolaşıp koşa koşa deniz kıyısına indik. amacım o ilkay'a nasip olan gün batımını fotoğraflamaktı. ama ayın batışını çekmeme izin vermeyen o hava şartları o muhteşem gün batımına da izin vermedi. allahtan deniz dalgalıydı da çekcek bir şey oldu...

haaa tabi unutmadan. bütün ayvalık martıları puşt!! o kadar elim deklanşörde gözüm vizörde bekledim o kızıllığa doğru bir martı gitsin diye. gitmediler :(

kilise-cami'ler


cunda'da hiç camiye denk gelmedik. mutlaka vardır bir yerlerde mescidimsi bir şeyler ama biz görmedik gerçekten. ama sokak aralarında bolca kilise ve şapele rastladık ki dediğim gibi hepsi harap halde...


ayvalık'ta durum biraz farklı. yine birçok kilise var ve biz cami olarak inşa edilmiş hiçbir binaya rastlamadık (eskilerden bahsediyoruz tabi). gördüğümüz camiler ise camiden çok kiliseyi andırıyordu. tamam alışkınız kiliseden bozma camilere ama hiç mi orijinal cami yok? varmış aslında ama biz görememişiz: hamidiye camii varmış, sultan II. abdülhamit yaptırmış 19. yy ortalarında. tek özgün cami buymuş (kaynak wikipedia). onun varlığından haberdar değildik, yolumuza çıkmadığı için de pas geçmiş olduk :(


ayvalık çocukları...

ayvalık'ta fotoğraf çekerken hiç zorlanmadık. şeker gibi insanları var. insan ister sitemez işte ege insanı diyor :) sokaklarda çocuklar önünüzü kesip abi/abla bizi de çeksene diyorlar ve hemen poz vermeye başlıyorlar. bazı durumlarda 3 kişilik çocuk grubunu tüm olasılıklarıyla çekiyorsunuz. 3ü bir, 2şer 2şer, teker teker gibi.. ben sokakta çocuk görünce fotoğraf makinesini ilkay'a teslim etmekte buldum çareyi. ama yine de kaçamadım. bunlar benim gönüllü ve çok istekli modellerim...

bizimkiler ve sizinkiler

değirmenin olduğu caféde bu amca oturuyordu. ziyarete gelenlere birşeyler anlatıyordu sürekli. isteyene bina hakkında bilgi veriyordu isteyene cundayı, ayvalığı anlatıyordu. kendisi pek hatırlaması babası, amcası anlatırmış buraları. senelerce buradaki rumlarla el bebek gül bebek geçinip gitmişler. birileri azıp işleri karıştırınca ortalık bulanmış tabi...amcayı fotoğraflamak için çok kastım. (fotolardan belli zaten). tam işimizi bitirdik hadi gidelim derken koca bir turist grubu geldi. yunanistan'dan. selanik'ten çıkmışlar. antalya'dan bu yana geze geze dönüyorlarmış. başlarında iki tane siyah cüppeli, sakallı papaz. biri gandalf'a benziyor diğeri pek bi mendebur suratlı. küçük bir ayin yaptılar kilisede. sonra anlatmaya başladılar -bilmiyoz tabi ne anlatıılar. bizim amca anladı ama. durdu durdu yunanca konuşmaya başladı. ama grup şaşırmadı sanırım çnkü ayvalık nüfusunun çoğu göçmen zaten...

değirmen ve kitaplık

bilemediğimiz dar sokaklardan geçerek eşşek gibi yokuşlardan tırmanarak bulduk değirmeni. bize kimse yanında bir de kitaplık olduğunu söylememişti. şaşırdık. en başta bu kitaplığın ne bileyim değirmenin deposu falan olduğunu sanmıştım, ama değilmiş. içeride meryem ana ve isa figürlerini görünce dank etti kafa...

cunda...

deniz'i bursa'ya dilek'i istanbul'a yolladıktan sonra akşam otobüsümüze kadar cunda ve ayvalık'ı tavaf etmeye karar verdik ilkay'la. ilk durağımız tabi ki cunda oldu...

cunda ayvalık'a göre çok turstik bir yer. ayvalık içerisinde tekne turu satmaya çalışanlar hariç turist için cazgırlık yapan pek yok. ama cunda da herkes bağırıyor: sakızlı dondurmaaaa, rakı-bağğğğğğğlık, ayvalık tostuuuu, sonsuz mezeeee, vs.. hediyelik eşya pazarı vs. cundanın sokakları ayvalık'a göre bir hayli ıssız. ve evler daha köhne. aslında garip. daha turistik oysa..

6 Eylül 2009

panaromik - plajik çalışmalar...

midilli'nin bu kadar yakın bu kadar uzak olması garip. bir deniz bisikleti kiralasan gidilir heralde. ekşide hava güzelse ve şansınız varsa midilli'deki kasabaları köyleri görebilirsiniz diyordu. ayvalık, cunda ve sarımsaklı'da sürekli olarak mübadele lafı geçiyor zaten. midilli ve girit'den gelen türkler bu bölgeye buradaki rumlar da midilli ve selanik'e gönderilmişler. çok acı bee.. eskiden kahvesinde oturup dama oynadığın arkadaşlarının karşı köyde yaşamaya devam ettiğini bileceksin, temiz havada o köyü göreceksin ama oraya gidemeyeceksin.. yazık!!

sarımsaklı...

sarımsaklı'da gerçekten bir şey yok. tek güzelliği var. o da uzun ve geniş kumsalı. denizi soğuk. hele ki bizim ilk günümüz gibi rüzgar karadan esiyorsa sıçtınız! baya sığ bir deniz. didim kadar da değil ama. velhasıl kelam sahil harika, deniz orta, muhit eksiii.


ayvalık ve biz..

tekne gezisi sırasında cunda'da azıcık gezebilelim diye mola veriliyor. ama yeter bir mola değil. 45 dakika sadece! sadece tvden izlediklerimden biliyorum ki cunda öyle 45 dklik 3 saatlik falan bir yer değil. ki biz bunu sonradan ilkay'la teyit ettik (sonra yayınlanacak :) )


cunda'dan hemen sonra ayvalık'a dönlüyor ve sefahat bitiyor. ayvalık çok şaşırttı beni. ismini çok duymuştum ama nedenini bilmiyordum. hatta sahilden görüldüğü kadarıyla bir şey de yoktu o üne sahip olmak için. ama dilek böğürtlen suyu içmek için ara sokakalara götürünce büyük maceraya başladık. o sokaklar tek tek gezilmeli. her kahvesinde oturulup çay içilmeli...




kanyon

bir insan alışveriş merkezi gezmeye gider mi? mantıklı olanı gitmez. ama biz gittik. aynı karacaahmet mezarlığına gittiğimiz gibi. tamam hakkını yemeyeyim. buranın ününü duymuş bir çok fotoğrafını da görmüştüm. ve merak etmiştim. dedim. sağolsunlar götürdüler. ayakları dert görmesin...

bina çok ilginç. diyecek başka bir şeyim yok. tamamen asimetrik bir yapı. içerisinde küp var! gökdelen var! dengesiz rezidansları var' var da var. ama bütünlük yok. birbirine eklendti yerleri bile başlı başına ayrı bir dengesizlik...

ben şimdiye kadar tarihi yapılar hariç bir binanın mimarisini bu kadar sevmemiştim. iyi ki gitmişiz...

istanbul'da son gün

ilk iş kalkıp aytaç'la buluşmak oldu. önceki gün önerdiği ama tok olduğumuz gerekçesiyle reddettiğimiz ciğerciye gittik. iyi ki de gitmişiz; ciğerci hulusi. fiyatlar azıcık tuzlu ama mezeler harika!!!